Askeri Kazalarda Tazminat Hakkı
Devletin işleyişi üç organ üzerinden düzenlenmektedir. Bu kurumlar Yasama, Yürütme ve Yargıdır. Bu kurumlar üzerinden düzenlenen eylem ve işlemlerde zaman zaman hukuka aykırılıklar ve/ya bireylerin hasar almasına neden olan zarar ortaya çıkabilmektedir. Oluşan zarar devletin sorumluluğu kapsamındadır ve zararın niteliğine göre farklı şekilde bireysel mağduriyetlerin giderilmesi amaçlanmaktadır.
İdari davalarda sorumluluk
İdari davalarda tazminat, tam yargı davalarına konu edilir ve zarardan doğan sorumluluğun dayanağı Anayasa madde 125/7’dir. İlgili madde hükmü şu şekildedir: “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” İdare ile kamu personel arasında oluşan bağın nasıl dengeleneceği ise Anayasa madde 129/5’te düzenlenmiştir. Buna göre: “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” Davanın idare aleyhine açılacağı konusunda bir itilaf yoktur. Ancak devletin ilgili şartların gerçekleşmesine bağlı olarak rücu hakkı saklıdır. İdare Hukuku alanında sorumluluk bahsini düzenleyen bir mevzuat düzenlemesi ve sistematiği bulunmamaktadır. Bu alan son derece dinamik olarak Anayasa madde 125’i temel kabul ederek yargısal içtihatlarla işletilmeye çalışılmaktadır. İçtihadi bir alan olduğu için sorumluluk bahsi yargı kararlarında kimi zaman genişletilip kimi zaman darlaştırılabilmektedir. Misalen, yargı bazen sorumluluk için yalnızca kusuru yeterli bulmamakta kusurun ağır olması şartını da aramaktadır. Kanunda ağır ya da hafif olarak bir kusur ayrımı bulunmamasına rağmen yargı mercinin içtihadi yaklaşımı yıllardır süregelmektedir. Bu belirsizlik doktrinde bazı yazarlar tarafından eleştirilmekte ve bu alana ilişkin ilgili düzenlemelerin yapılması temenni edilmektedir.
Tazminat
Hem özel hukuk hem kamu hukuku alanında tazminat, verilen hasarın giderilmesi amacı ile etkin bir araç olarak kullanılmaktadır. Zaman zaman farklılaşmak ile birlikte temelde tazminat için kusur, zarar ve illiyet bağı aranır. Ancak bazı durumlarda kusursuz sorumluluk bahsi de gündeme gelebilmektedir. 2017 Anayasa değişikliği sonrasında Askeri Mahkemelerin kapatılması ile beraber askeri davalardan biri olan askeri tazminat davası bir idari dava türü olan tam yargı davası olarak idare mahkemelerinde görülmektedir. İYUK madde 2/b‘ye göre tam yargı davası
“İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılabilmektedir.” Bu şartları taşıyan kimselerin açacağı davalarda tazminat miktarı hizmet kusuru veyahut kusursuz sorumluluk tasnifine göre ayrı ayrı değerlendirilmektedir.
Hizmet kusuru
Hizmet kusuru kavramı ile ne kast edildiği konusunda içtihadi muhtelif görüşler olmasına rağmen Danıştay 10. Dairesinin E.1982/185 sayılı kararında hizmet kusurunun ana hatları belirlenmiştir. “İdare hukuku ilkelerine göre bir olayda hizmet kusurunun varlığından söz edilebilmesi için idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetlerinde kuruluş işleyiş ya da personel açısından gereken emir ve talimatlarını verilmemesi denetimin yetersiz
olması hizmete tahsis edilen araç ve gereçlerin hizmet gereklerine uygun ve yeterli olmaması gereken tedbirlerin alınmaması veya geç ya da zamansız alınması gibi nedenlerle bir aksaklık bozukluk düzensizlik eksiklik veya sakatlık meydana gelmiş ve oluştuğu ileri sürülen zararında bundan kaynaklanmış olması gerekmektedir. İdarenin yasalarla kendisine verilen ve düzenlemeye uygun olarak yaptığı eylem ve işlemleri nedeniyle uğranılan zararların
hizmet kusuru ilkesinden hareketle tazminine karar verilmesi olana hukuken bulunmamaktadır Bu tür zararlar için kişilerin malvarlığında meydana gelen eksilmelerin tazmini sorumluluk kavramı ile ilkelerinin olaydaki varlığına bağlıdır.” Askeri tazminat davalarında bilhassa yaralanma ve uzuv kaybı durumlarında ilk önce idarenin hizmet kusuru olup olmadığına bakılır. Buna göre davalı idare olan Milli Savunma Bakanlığı, sağlık alanında, personel seçiminde, tedbir ve güvenlik konularında vermesi gereken hizmetlerden herhangi birinde kötü ifa veya geç ifada bulunmuş veyahut hizmeti hiç işletmemiş ise bu durumda idare aleyhine hizmet kusuru oluşabilecektir. Örneğin revir
hizmetinin verilmemesi veyahut yetersiz olması, görevli personelin yanlış veya geç müdahalesi buna misal olarak verilebilir.
Kusursuz sorumluluk
Kusursuz sorumluluk bahsinde ise ortaya çıkan zararla alakalı öncelikli olarak olayda hizmet kusuru olup olmadığına bakılır. Şayet hizmet kusuru yoksa ancak yine de zarar ortaya çıkıyorsa bu durumda idarenin kusursuz olarak sorumlu olabileceği bir durumun olup olmadığına bakılarak zarar giderilmeye çalışılır. Kusursuz sorumlulukla alakalı üç temel yaklaşım vardır. Bu durumlarda kusursuz sorumluluğun işletilebileceği düşünülmektedir.
- Buna göre birinci durum risk – tehlike durumudur.
- İkinci durum kamu külfetlerinde eşitlik ya da diğer adıyla fedakarlığın denkleştirilmesidir.
- Üçüncü ve son durum ise sosyal risktir. Her olayda bu üç durum arasından kesin bir seçim yapılamaması mümkündür.
Özellikleri tehlike ve fedakarlığın denkleştirilmesi hususunda olaylar arasında geçişkenlik olabilir. Askerlik mesleği gerek kullanılan ekipmanlar gerekese iş kapsamı gereği yapılan faaliyetlerin doğal bir sonucu olarak tehlike ve risk barındırmaktadır. Kusursuz sorumluluğun bir gereği olarak idare tüm tedbirleri almış olsa ve hizmet anlamında hiçbir kusuru bulunmasa dahi askerlik mesleğinin niteliği gereği barındırdırdığı risk ve tehlike sebebiyle idarenin kusursuz sorumluluğunu doğabilmektedir. Zararın sebebi ve kaynağı tehlikedir. Zarar ile tehlike arasında mutlaka illiyet bağı bulunması gerekir. Ancak burada kusur aranmamaktadır. İdare burada kusursuzluğunu ispat etse dahi sorumludur. Tehlike – risk ilkesi Türk hukukunda mesleki risk ve kullanılan araç gereçlerin oluşturduğu risk olarak iki temelde incelenir. Mesleki risk niteliği itibariyle tehlike oluşturan durumlar için geçerlidir. Örneğin silahlı kuvvetlerde silah kullanımı, ağır silahların varlığı vesaire gibi birçok etken askeri hizmetleri niteliği itibariyle diğer hizmetlerden daha yüksek tehlikeli olmaya itmektedir. Kullanan araç gereçlerden doğan risk ise faaliyetlerini tamamının tehlikeli olmaması ancak faaliyetin bir bölümünde kullanılan araç ve gereçlerin tehlike yaratması olarak değerlendirilebilecektir. Askerlik mesleği açısından her iki tehlikelilik durumununda mevcudiyetini koruduğunu söylemek mümkündür. Bu sebeple tam yargı davalarında tazminat isteminde bulunulurken yalnızca hizmet kusuru değil, idarenin kusursuz sorumluluğu bahsi de dikkate alınmalıdır. Ancak her durumda idarenin kusursuz sorumluluğu tazminatı gerektirmez. Mücbir sebep ve kişinin kendi kusuru veya üçüncü kişinin ağır kusuru bazen idarenin sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan bir rol oynayabilir. Askeri tazminat davalarında örneğin hakkı muhtel
olarak ihlal edilen kişi kendi kusuru sebebiyle uzuv kaybına veyahut yaralanmaya yol açmışsa bu durumda idarenin sorumluluğu kalkabileceği gibi hem idarenin hem davacının kusurunun bulunduğu durumlarda da müterafik kusur gündeme gelebilir.
Müterafik kusur
Müterafik kusur, tazminatta indirim sebebi olur. Misalen davacının uzvunu kaybetme nedeni davacının tedaviyi reddetmesi veyahut geciktirmesi ise burada idare lehine sorumsuzluk oluşabilir. Ancak bu durum somut olayın şartlarına göre değerlendirilmelidir. Askerde yaralanan veya uzvunu kaybeden kişiler bakımından idarenin mücbir sebep öne sürerek sorumluluktan kurtulmasının mümkün olup olamaması ise tartışmalı bir alandır. Örneğin seyir halindeki askeri personel taşıyan aracın bombalı saldırıya uğraması neticesinde bacağını kaybeden davacı bakımından aleyhe bir mücbir sebep öne sürülebilecek midir? Şahsi kanaatim askerlik mesleğinin içinde barındırdığı tehlike ve risk durumlarının mücbir sebepleri kapsadığı ve bir sorumsuzluk oluşturmayacağı yönündedir.
Tazminatın belirlenmesi hususunda ise idare hukukunda sistematik bir işleyiş olmamakla birlikte zaman zaman TBK madde 55’e atıf yapılarak tazminat miktarı belirlenmeye çalışılmaktadır. Ancak doktrinsel olarak bu durumun makul bulunulmadığı ifade edilmelidir. Bunun sebebi ise özel hukuk davalarında denkler arası bir zararın
giderilmesi mevzu bahisken idare hukukunda kamu gücüne karşı bireyi koruma amacının daha farklı uygulamalara ihtiyaç duymasındandır. Bilhassa uzuv kayıpları ve bedensel hasarlar durumunda yalnızca maddi tazminatın değil manevi tazminatında eşit derecede bir öneme haiz olduğu göz önünde bulunarak değerlendirme yapılmalıdır. Bu konu ile alakalı olarak 2015 yılında AYİM tarafından verilen bir karardan manevi tazminat olarak bin Türk Lirası gibi son derece cüzi bir rakama hükmedilirken 2016 yılında karar davacı tarafından AYM’ye taşınmış ve AYM maddi tazminat miktarının kırk bin Türk Lirası olması gerektiğine hükmetmiştir. Buradan yola çıkılarak söylenebilir ki, uzuv kaybı ve yaralanmalardan doğan askeri tazminat davalarında kişinin içine düştüğü maddi külfetin giderilmesi kadar davacının çektiği veya çekeceği elem, keder ve ızdırapta göz önünde bulundurulmalıdır.
Tüm detaylara ve aklınızda bulunan sorulara uzman bir cevap bulmak için Av. Ferhat Kule ile görüşebilirsiniz.
Esra Çetin