Rekabet Hukukunda Bireysel Muafiyet ve Menfî Tespit Başvuruları
Türkiye’de rekabet hukukunun temel kaynağı olan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, ekonomik düzenin sağlıklı işleyişi ve tüketicilerin korunması için kritik öneme sahiptir. Kanun, bir yandan teşebbüslerin rekabeti sınırlayıcı anlaşmalar yapmasını, hâkim durumlarını kötüye kullanmalarını ve piyasada yoğunlaşmaya yol açabilecek birleşme ve devralmaları yasaklarken, diğer yandan da teşebbüslerin ekonomik ve teknolojik gelişmeye hizmet eden işbirliklerine izin veren esnek mekanizmalar barındırmaktadır. Bu mekanizmaların en önemlileri bireysel muafiyet ve menfî tespit başvurularıdır. Türk rekabet hukukunda bu iki kurum, teşebbüslerin faaliyetlerini hukuki güvence altında yürütmelerini sağlayan en önemli araçlar olarak görülmektedir.
Menfî tespit, Kanun’un sekizinci maddesinde düzenlenmiş olup, Kurul’un başvuru üzerine, bir anlaşmanın, kararın veya teşebbüslerin davranışının rekabeti sınırlayıcı olmadığına dair önceden verdiği belgedir. Menfî tespit belgesi, teşebbüsler açısından adeta bir “sigorta” işlevi görür. Zira teşebbüs, ileride yapılacak bir soruşturmada söz konusu anlaşmanın rekabeti ihlal ettiği iddiasıyla karşılaşmaz. Böylelikle yatırım ve işbirliği planları çok daha güvenli bir şekilde hayata geçirilebilir. Özellikle çok taraflı işbirliklerinde veya yeni bir dağıtım modelinin hayata geçirilmesinde teşebbüsler, belirsizlikten kaçınmak için Kurum’a menfî tespit başvurusunda bulunmayı tercih etmektedir. Ancak menfî tespit belgesinin verilmesi için Kurul’un anlaşmada rekabeti sınırlayıcı hüküm veya fiil görmemesi gerekir. Eğer Kurul, anlaşmada rekabeti kısıtlayıcı unsurlar bulunduğu sonucuna ulaşırsa menfî tespit verilmez ve bu noktada bireysel muafiyet incelemesi gündeme gelir.
Bireysel muafiyet, Kanun’un beşinci maddesinde düzenlenmiştir. Bu kurumun en önemli özelliği, rekabeti sınırlayan bir anlaşmayı veya uygulamayı tamamen yasaklamamak, aksine belirli şartlarla serbest bırakmaktır. Çünkü bazı rekabet sınırlamaları, görünürde zararlı olmakla birlikte, ekonomik etkinliği ve tüketici yararını artırıcı etkiler doğurabilir. Örneğin, üretim maliyetlerini düşüren ve ürün kalitesini yükselten ortak Ar-Ge projeleri, rekabeti sınırlasa bile toplumun genel refahını artırmaktadır. İşte bu gibi durumlarda bireysel muafiyet, rekabet hukukunun katı yasaklarının yumuşatılmasını ve daha esnek bir uygulamanın mümkün olmasını sağlar.
Bireysel muafiyetin verilebilmesi için Kanun dört koşul öngörmektedir. Bunlardan ilki, mal veya hizmetlerin üretim ya da dağıtımında yeni gelişme ve iyileşmelerin sağlanması ya da ekonomik veya teknik gelişmenin teşvik edilmesidir. Yani anlaşma rekabeti sınırlıyor olsa da, piyasada yeni bir verimlilik veya inovasyon yaratmalı, ekonomik işleyişe katkı sunmalıdır. İkinci koşul, ortaya çıkan bu faydanın tüketicilere yansıtılmasıdır. Sadece teşebbüslerin daha fazla kâr elde etmesi bireysel muafiyet için yeterli değildir; tüketiciler daha düşük fiyat, daha kaliteli hizmet veya daha geniş ürün çeşitliliği gibi somut yararlar elde etmelidir. Üçüncü koşul, anlaşmadaki rekabet sınırlamalarının bu faydaların gerçekleşmesi için zorunlu olmasıdır. Yani söz konusu sınırlama olmadan da aynı fayda elde edilebiliyorsa muafiyet verilemez. Dördüncü koşul ise, ilgili piyasada rekabetin önemli bir bölümünün ortadan kalkmamasıdır. Yani sözleşme rekabeti kısıtlasa bile, piyasada hâlâ etkin rekabet mekanizmasının işliyor olması gerekir. Bu dört koşulun kümülatif olduğu unutulmamalıdır; herhangi biri eksikse bireysel muafiyet tanınamaz.
Uygulamada bireysel muafiyet ve menfî tespit başvuruları çoğu kez iç içe geçer. Teşebbüsler genellikle önce menfî tespit talep eder, Kurul rekabet sınırlaması görürse hilafına bireysel muafiyet değerlendirmesi yapılmasını ister. Böylece hem belirlilik sağlanmış olur hem de Kurul’un yorumu alınır. Özellikle dikey anlaşmalarda, yani üretici ile distribütör veya sağlayıcı ile bayi arasındaki sözleşmelerde bu tür başvurular yoğun biçimde yapılmaktadır. Grup muafiyeti tebliğlerinin kapsamına girmeyen veya sınırda kalan anlaşmalar için bireysel muafiyet başvurusu adeta bir güvence niteliğindedir.
Rekabet Kurulu kararları incelendiğinde, birçok olayda bu kurumların uygulandığı görülür. Örneğin, dağıtım anlaşmalarında yeniden satış fiyatının belirlenmediği, sadece aktif satışların sınırlandığı durumlarda Kurul menfî tespit belgesi vermektedir. Ancak yeniden satış fiyatının sabitlenmesi gibi ağır ihlaller içeren anlaşmalarda menfî tespit verilmemekte, muafiyet koşulları da sağlanmadığı için reddedilmektedir. Öte yandan ortak üretim ve Ar-Ge projelerinde Kurul, tüketicilere yansıyan faydaları göz önüne alarak bireysel muafiyet tanıyabilmektedir. Bu noktada Kurul’un ekonomik analizlere büyük önem verdiği, pazar payı verilerini ve tüketici refahını dikkatle değerlendirdiği görülmektedir.
Avrupa Birliği rekabet hukukunda da benzer bir yaklaşım vardır. AB’nin 101. maddesinin üçüncü fıkrası bireysel muafiyet rejimini düzenler. Türkiye’deki sistem bu fıkraya paralel kurulmuştur. Ancak AB’de 2004 reformu ile “ön bildirim” sistemi kaldırılmış ve teşebbüslerin kendi değerlendirmelerini yaparak anlaşmalarını uygulamaları benimsenmiştir. Türkiye’de ise hâlen Rekabet Kurulu’na başvuru yapılmakta, Kurul’un verdiği kararlar bağlayıcı nitelik taşımaktadır. Bu durum, teşebbüsler açısından daha yüksek hukuki belirlilik sağlasa da, başvuru süreçlerinin zaman alıcı olması ve Kurul’un iş yükünü artırması yönünden eleştirilere açıktır.
Doktrinde bu iki kurum hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı yazarlar, bireysel muafiyet ve menfî tespit mekanizmalarının hukuki güvenliği artırarak yatırımların önünü açtığını, rekabet hukukunun katılığını yumuşattığını savunmaktadır. Buna karşılık bazı eleştiriler, Kurul’un takdir yetkisinin geniş olduğunu, başvuruların uzun sürebildiğini, dolayısıyla teşebbüslerin iş planlarını aksatabileceğini dile getirmektedir. Ayrıca muafiyet koşullarının tüketiciye yansıyacak faydalar bağlamında somut ve ölçülebilir şekilde değerlendirilmesi gerektiği, aksi takdirde teşebbüs lehine tek taraflı bir kazanç doğabileceği vurgulanmaktadır.
Pratikte avukatlar ve teşebbüsler açısından dikkat edilmesi gereken pek çok nokta vardır. Başvuru yapılırken mutlaka ilgili pazarın doğru tanımlanması, pazar payı analizlerinin HHI endeksi gibi yöntemlerle ortaya konulması gerekir. Tüketici faydasının somutlaştırılması büyük önem taşır. Örneğin, anlaşma sayesinde dağıtım maliyetinin yüzde yirmi düşeceği ve bu düşüşün nihai fiyatlara yansıyacağı belgelerle desteklenmelidir. Ayrıca grup muafiyeti kapsamında değerlendirilebilecek ihtimaller başvuru öncesinde mutlaka gözden geçirilmelidir. Avrupa Birliği Komisyonu’nun kılavuzları ve kararlarına atıf yapmak da başvurunun kuvvetini artırmaktadır.
Sonuç olarak, bireysel muafiyet ve menfî tespit başvuruları Türk rekabet hukukunun esneklik sağlayan en önemli kurumlarıdır. Bu kurumlar sayesinde, bir yandan rekabetin korunması, diğer yandan ekonomik verimlilik ve tüketici faydası dengeli biçimde gözetilmektedir. Türkiye’de Rekabet Kurulu uygulaması büyük ölçüde AB pratiği ile uyumludur ve giderek daha fazla ekonomik analiz temelli kararlar verilmektedir. Teşebbüslerin ve onların vekillerinin, başvurularında hukuki argümanlarla birlikte iktisadi verileri de sunmaları başarı şansını artırmaktadır.