Single Blog Title

This is a single blog caption

SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUK

Suça sürüklenen çocuk (SSÇ) kavramı, çocukların ceza adaleti sistemi içindeki konumunu tanımlayan ve hem ulusal hem uluslararası normlar tarafından özel koruma altına alınan temel bir hukuki terimdir. Türk hukukunda SSÇ kavramının teorik belirlenimi, Anayasa’nın 41 ve 58. maddeleri, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHDS), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK), Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümleri ile Yargıtay içtihatları temelinde şekillenmektedir. SSÇ kavramı yalnızca cezai sorumluluğu değil; çocuğun korunması, topluma yeniden kazandırılması, pedagojik yaklaşım, sosyal risk faktörleri ve devletin pozitif yükümlülükleri gibi çok yönlü bir teorik alanı kapsar. Çocuk adalet sistemi; cezalandırıcı olmaktan ziyade iyileştirici, onarıcı ve koruyucu bir nitelik taşır. Bu sebeple SSÇ olgusunun hukuki ve akademik bağlamdaki incelenmesi, salt ceza hukuku perspektifiyle sınırlı değil; aynı zamanda sosyolojik, psikolojik, pedagojik ve kriminolojik bir analiz gerektirir.

Türk hukuk sisteminde çocukların cezai sorumluluk rejimi TCK’nın 31. maddesi temelinde belirlenmiştir. Buna göre 12 yaşını doldurmamış çocukların cezai sorumluluğu yoktur, 12–15 yaş arasındaki çocukların ise algılama ve irade yeteneğine göre sınırlı sorumluluğu vardır. 15–18 yaş arası çocuklar ise indirimli cezai sorumluluk kapsamındadır. Bu yaş sınıfları, çocuk ile yetişkin arasında ceza hukuku bakımından niteliksel bir fark olduğunu kabul eden kriminolojik teorilerin bir yansımasıdır. Çocukların nörolojik, bilişsel ve duygusal gelişimlerinin yetişkinlere göre tamamlanmamış olması, onların davranışlarında düşüncesiz risk alma eğilimlerini ve sonuçları öngörme yeteneklerinin sınırlılığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle çocukların cezai sorumluluğu, yetişkinlerden farklı olarak “ceza verme” yerine “koruma–rehabilitasyon–yönlendirme” amacına göre kurgulanmıştır.

SSÇ kavramının teorik yapısı, yalnızca çocuğun fiiliyle bağlı değildir; aynı zamanda çocuğu suça iten toplumsal, ekonomik ve kültürel unsurların değerlendirilmesi gerekir. Bu kapsamda çocuk suçluluğuna ilişkin kriminolojik teoriler; biyolojik faktörler, sosyal çevre, aile yapısı, yoksulluk, eğitim düzeyi, akran baskısı, toplumsal şiddet kültürü, dijital bağımlılık ve kentleşmenin doğurduğu sosyal yabancılaşma gibi çok sayıda etmeni incelemektedir. Suç davranışının çocuklarda ortaya çıkışı, çoğu zaman doğrudan kastî nitelikte olmayıp, çevresel ve bilişsel faktörlerin karmaşık etkileşiminden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla SSÇ olgusunun akademik değerlendirilmesi, yalnızca suç tipinin analizinden ibaret değildir; aynı zamanda çocuğun gelişimsel, çevresel ve psikososyal bağlamını anlamayı gerektirir.

Uluslararası hukuk çerçevesinde SSÇ yaklaşımı büyük ölçüde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile Pekin Kuralları, La Havana Kuralları ve Riyad İlkeleri tarafından belirlenmiştir. ÇHDS’nin 40. maddesi, çocuğun suça sürüklenmesi halinde uygulanacak adalet sisteminin; çocuğun onuruna ve değerine saygı göstermek, çocuğun toplumda yapıcı bir rol üstlenmesini sağlamak, yaşa uygun yargılama garantileri sunmak ve çocuğun yararını esas almak zorunda olduğunu düzenler. Bu hüküm, SSÇ kavramının uluslararası normlar ışığında cezalandırıcı değil, onarıcı ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini göstermektedir.

Türk hukukunda SSÇ kavramının uygulanma biçimi, Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK) ile somutlaşmıştır. ÇKK’nın 3. maddesinde SSÇ; “kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan çocuk” olarak tanımlanır. Bu tanım, çocuğun yargılama sürecindeki sıfatını belirlemekle birlikte, onun “çocuk” olma özelliğini önceliklendiren bir hukuki anlayışı yansıtır. Bu nedenle çocuk hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde, çocuğun kişisel özellikleri, eğitimi, aile koşulları, yaşam deneyimleri ve sosyal çevresi gibi faktörlerin değerlendirilmesi zorunludur.

SSÇ’nin adli süreç içerisindeki konumu, CMK ve ÇKK hükümlerinde özel güvencelere bağlanmıştır. Örneğin çocuklar açısından ifade alma işlemleri yalnızca cumhuriyet savcısı tarafından veya onun talimatıyla özel eğitim almış kolluk tarafından yapılabilir. İfade alma sırasında avukat bulundurulması zorunludur. Çocuğa sorulan soruların gelişim düzeyine uygun olması gerekir. Bu düzenlemeler, AİHM’in “T. v United Kingdom”, “S.C. v. United Kingdom” gibi kararlarında vurguladığı çocuk-yargı ilişkisini esas alan hassasiyetin Türk hukuku bakımından yansımasıdır.

SSÇ olgusunun yargılamasında çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemeleri özel yetkili mahkemelerdir. Bu mahkemelerde yargıçların özel eğitim almış olması esastır. Yargılama sürecinde çocuğun yüksek yararı gözetilir. Çocuğun kimliğinin gizliliği, duruşmaların kapalı yapılması, pedagog ve sosyal çalışmacı eşliğinde görüşmelerin gerçekleştirilmesi, çocuğun kendisini güvende hissetmesi açısından zorunludur. Yargıtay da çocuk yargılamasında bu kriterlerin gözetilmesini titizlikle istemektedir.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2019/1402 E., 2020/2211 K. sayılı kararı bu kapsamda önemlidir. Kararda, SSÇ hakkında alınacak kararların yalnızca işlenen fiilin ağırlığına göre değil, çocuğun psikososyal yapısı ve gelecekteki toplumsal uyumunun gözetilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yargıtay bu kararında, çocuklarla ilgili ceza yargılamasının özel amaçlarını: “cezanın değil, ıslahın esas olduğu; failin topluma kazandırılmasının temel hedef olduğu; çocuğun sosyal, duygusal ve bilişsel gelişiminin kararın merkezine alınması gerektiği” şekilde formüle etmiştir.

SSÇ’nin ceza sorumluluğunun belirlenmesinde TCK m.31 kritik öneme sahiptir. 12 yaş altı çocukların sorumluluğu bulunmazken, 12–15 yaş aralığında çocuğun “işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilme” ve “davranışlarını yönlendirebilme” kapasitesi varsa sınırlı sorumluluğu vardır. Bu maddede yer alan “algılama ve yönlendirme” kavramları, teorik açıdan ceza hukuku ile çocuk psikolojisinin kesişim noktasında yer alır. Adli tıp uzmanlarının, psikiyatristlerin ve pedagogların bu değerlendirmedeki rolleri yargılamanın sağlıklı yürütülmesi açısından vazgeçilmezdir.

Kriminoloji literatürü SSÇ’nin gelişimsel nedenlerini üç ana teorik çerçevede ele alır:

  1. Biyolojik teoriler: Çocuğun nörolojik olgunlaşmamışlığını, dürtü kontrol mekanizmalarının gelişimsel eksikliklerini temel alır.

  2. Sosyolojik teoriler: Aile yapısı, ekonomik koşullar, akran etkisi, toplumsal normların zayıflığı, göç ve kentleşmenin çocuk üzerindeki etkilerini analiz eder.

  3. Psikolojik teoriler: Travma, ihmal, istismar, duygusal düzenleme sorunları, bağlanma problemleri gibi psikodinamik faktörleri inceler.

Bu teorilerin kesiştiği ortak nokta, çocuğun suç davranışının çoğu zaman kasıtlı değil; çevresel ve gelişimsel faktörlerin bir bileşkesi olduğudur.

SSÇ hakkında uygulanabilecek yaptırımlar, yetişkinlerden farklı olarak ceza değil, “koruyucu ve destekleyici tedbirler”dir. ÇKK m.5 bu tedbirleri eğitim, danışmanlık, sağlık, sosyal destek ve barınma tedbirleri olarak sınıflandırmıştır. Bu tedbirlerin amacı çocuğun davranışının nedenlerini anlamak, çocuğu sosyal olarak güçlendirmek, eğitim sürecine dahil etmek ve yeniden suça yönelmesini engellemektir.

Çocuk adaletinde “onarıcı adalet yaklaşımı” da teorik açıdan önem taşımaktadır. Onarıcı adalet, suçu yalnızca fail–devlet ilişkisi olarak değil; fail–mağdur–toplum üçgeninde değerlendirir. Bu yaklaşım, çocuğun suç davranışıyla zarar gören toplum ilişkisini onarmayı, mağdurun zararının giderilmesini ve çocuğun sorumluluk alarak topluma yeniden bağlanmasını amaçlar.

SSÇ kavramının teorik çerçevesi aynı zamanda devletin sosyal devlet ilkesi gereğince çocukları koruma yükümlülüğü ile ilgilidir. Anayasa’nın 41. maddesi “devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır” hükmünü getirir. Bu hüküm, ceza hukukunun çocuk bakımından “koruyucu fonksiyonunu” ortaya koymaktadır.

Ceza muhakemesindeki çocuk güvenceleri, CMK’nın 150 ve 236. maddeleri ile belirlenir. Çocukların ifade alma sürecinde avukat bulundurma zorunluluğu, çocuğun ceza muhakemesine aktif katılımını sağlarken onu baskı ve zorlamaya karşı korur. AİHM’nin “Salduz/Türkiye” kararı da, yaşı küçük şüphelilerin savunma olmadan ifade vermesini adil yargılanma hakkının ihlali olarak nitelendirmiştir.

SSÇ ile ilgili yargı kararlarının infazı da yetişkinlerden farklıdır. Çocuk eğitim evlerinde bulunan çocuklar; pedagojik, psikolojik ve sosyal rehabilitasyon programlarına dahil edilir. Bu durum cezanın infazının çocuk üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması açısından önemlidir.

Sonuç olarak SSÇ kavramı, hukukun en hassas ve koruyucu alanlarından biridir. Çocukların suça yönelmesinin temel sebepleri çoğu zaman bireysel kusurdan ziyade sosyal, kültürel ve gelişimsel faktörlerin bir sonucudur. Türk hukuk sistemi, uluslararası normlarla uyumlu bir şekilde çocuklara yönelik adli süreci özel güvence altına almış, cezalandırmadan ziyade rehabilitasyon ve onarıcı adalet yaklaşımını benimsemiştir. SSÇ kavramının teorik ve hukuki çerçevesinin doğru anlaşılması, çocuk adalet sisteminin adil, etkili ve insan onuruna saygılı bir şekilde işlemesi açısından temel öneme sahiptir.

Leave a Reply

Open chat
Avukata İhtiyacım var
Merhaba
Hukuki Sorunuz nedir ?
Call Now Button